Bir İddianamenin Anatomisi: Hukuk mu, Siyaset mi?

Bir İddianamenin Anatomisi: Hukuk mu, Siyaset mi?

29.08.2025 14:31

Türkiye’de son yıllarda en çok tartışılan belgeler, yargı kararlarından ziyade, o kararların temelini oluşturan iddianameler oldu. Zira iddianame, yalnızca bir suçlama metni değil; aynı zamanda adalet anlayışının aynasıdır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın CHP İstanbul İl Kongresi’ne ilişkin hazırladığı iddianame de tam olarak bu aynaya bakmayı gerektiriyor.

Hukukun Kıyısında Bir Metin

Biçimsel olarak bakıldığında iddianame, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun öngördüğü kalıpları takip ediyor. Şüpheliler sıralanıyor, suçlamalar yazılıyor, deliller listeleniyor. Ancak metnin ruhuna girildiğinde, bir hukuk belgesinden çok, siyasal bir anlatıya dönüşmüş olduğu görülüyor.

Örneğin, ses kayıtlarının kimlik tespitinde “Panamera arabası olduğunu söylemesinden Fahrettin Çırak olduğu anlaşıldı” denilmesi, hukuk tekniğinden çok, dedektifvari bir kurguyu andırıyor. Bir kimliği, araba markasından hareketle doğrulamak; mahkeme salonunda değil, polisiye romanlarda karşılaşacağımız türden bir yöntemdir.

Delillerin Gösterdiği ve Göstermediği

İddianamenin temel direği, savcılığa teslim edilen bir ses kaydı. Kaydın kaynağı belirsiz; hukuka uygun elde edilip edilmediği tartışılmamış. HTS kayıtları, şüpheliler arasındaki görüşmeleri doğruluyor ama bu görüşmelerin içeriğini açıklamıyor. Bilirkişi raporu ise sesin şüphelilerle “benzerlik” taşıdığını söylüyor, kesin teşhis yapmıyor.

Tanık beyanları ise bu metnin can damarı. Ancak orada da çelişkiler var: Bir tanık önce “para teklif edildi ama almadık” diyor, sonraki ifadesinde “aldık” diyor. Hukuk sisteminde tanığın güvenilirliği, sözüyle sabittir; çelişki, yalnızca beyanı değil, tüm dosyayı gölgeler.

Ve en önemlisi: ortada para alışverişini kanıtlayan bir dekont, bir görüntü, bir belge yok. Yalnızca sözler, yorumlar, tahminler var.

Yeterli Şüphe mi, Siyasal Gölge mi?

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 170. maddesi açıktır: İddianame, “yeterli şüphe” oluşturacak delillerle hazırlanır. Buradaki tablo ise daha çok “yeterince yankı” oluşturacak bir kurguya benziyor. Zira delillerin ağırlığı, suç isnadını değil, kamuoyuna verilecek mesajı hedefler gibi.

Bunu güçlendiren bir başka nokta da, bazı isimler için “kovuşturmaya yer yok” kararı verilmesi, bazıları içinse davanın açılmasıdır. Seçici adalet, adalet değildir.

Son Söz Yerine

Bu iddianame, bize bir kez daha şunu gösteriyor: Türkiye’de adalet arayışı hâlâ metinlerin içinde değil, vicdanların terazisinde sürüyor. Ses kayıtlarının gölgesinde, çelişkili tanık beyanlarının arasında, siyasetin soğuk nefesini hissettiren bu belgede, hukukla siyasetin sınır çizgisi silikleşiyor.

Önceki
Komisyondan Dışlanmak Değil, Siyasetsizleştirilmek: CHP’ye Biçilen Gömleği Kim Giymeli?
Sonraki
İktidarın Hegemonik Aparatları: Utangaç Yandaşlar