Mehmet Pehlivan: Sistemin kendinden vazgeçisi
19.07.2025 13:21
Türkiye’de uzun süredir adalet arayışı yalnızca mahkeme salonlarında değil, aynı zamanda vicdanlarda, barolarda, üniversitelerde, cezaevlerinde ve SEGBİS odalarında sürüyor. Bu mücadelenin son halkalarından biri, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun avukatı Mehmet Pehlivan’ın tutuklanmasıyla gündeme gelen ve aslında bir bireyin değil, bir sistemin sorgulanmasını zorunlu kılan olaydır.
Pehlivan, 30 yaşında bir hukukçu. Hakkındaki iddialar, herhangi bir delil olmaksızın, yalnızca "etkin pişmanlık" beyanları ile tutuklanmasına yol açtı. Ancak bu sürecin en çarpıcı yanı, hukuk devleti iddiasındaki bir sistemin, kendi işleyiş mantığını inkâr ederek kendi öznesine-yani savunmaya-saldırması. Pehlivan’ın SEGBİS sorgusunda yaptığı kapsamlı ve dik duruşu gösteren savunma, yalnızca kendi kişisel haklarını değil, aynı zamanda sistemin içinde yıllardır kanayan yaralara bir teşhis koyuyor:
“Ben avukatım. Beni tutukladığınız sevk yazısındaki her satır, avukatlık faaliyetidir. Gerçek olsa dahi suç değildir. Avukatlık suç değildir!”
Bu cümle bir feryat değil; sistemin çelişkilerine ayna tutan, mesleki kimliğe sahip çıkan bir onur deklarasyon.
Savunmasız Yargı Olur mu?
Hukuk sistemlerinin sağlıklı işlemesi için savunma hakkı vazgeçilmezdir. Savunma makamı, bir yargı sisteminin yalnızca teknik değil, aynı zamanda ahlaki ve etik düzeyde meşruiyetinin güvencesidir. Fakat ne yazık ki Türkiye'de, özellikle siyasal süreçlerle kesişen dosyalarda, savunma bir aktör değil bir hedef haline getiriliyor.
Pehlivan’ın avukatları salonda hazır olduğu halde SEGBİS üzerinden sorgulanması, CMK 108'e aykırılık teşkil ettiği gibi, sistemin teknik normlara bile riayet etmeme eğilimini gösteriyor. Bu yalnızca bireysel hak ihlali değil, sistemsel bir çürümenin işareti. Yargının biçimsel kalıpları korunurken özüne dair ne varsa ihmal ediliyor.
Etkin Pişmanlık: Hukukun Rasyonel Alanından Uzaklaşmak
Pehlivan’ın tutuklanmasına neden olan beyanların ne kadar tutarsız ve kurguya dayalı olduğunu savunmasında açıkça görüyoruz. Bir ifadeyle, ertesi gün davete çağrılmak, adeta hazır bekleyen kurgunun devreye sokulduğunu düşündürüyor. Savunmasının şu satırları özellikle dikkat çekici:
“Şahsın ifadesi 18 Haziran’da bitiyor, ardından hemen 19 Haziran’da ifadeye davet ediliyorum. Bu da savcılığın beyan ile işlem yaptığını ispatlıyor.”
Beyan delilinin tek başına bir kişiyi özgürlüğünden mahrum bırakmak için yeterli görülmesi, sistemin delil değerlendirme mekanizmasının ne derece keyfi hâle geldiğinin göstergesi. Modern ceza hukukunun temel ilkeleri arasında yer alan “kuvvetli suç şüphesi”, burada yalnızca bir sözlü anlatı üzerinden kurulmakta; bu da yargının epistemolojik temellerine zarar vermekte.
Bir Mesleğin ve Sistem Etik Kodlarının Çöküşü
Pehlivan’ın "suç" diye önüne konan her unsur, bir avukatlık faaliyeti. Yargı sistemimizin avukatla müvekkili arasındaki mesafeyi suç ilişkisine dönüştürme eğilimi, yalnızca bireysel dramlar değil, sistemsel patolojiler yaratmakta. Savunmanın düşmanlaştırılması, yargının tarafsızlığına olan inancı doğrudan sarsmakta, halkın adalete olan güvenini zedelemekte.
“Mensubu olduğum tek örgüt, meslek örgütüm olan İstanbul Barosudur.”
Bu cümle, yalnızca bir aidiyet beyanı değil, Türkiye’de sistemin kendisini yeniden tanımlaması gerektiğine yönelik güçlü bir çağrı. Zira bugün bir savunma avukatı, baro kimliğiyle değil, muhalif kimliğiyle yargılanıyorsa, burada artık bir kişi değil; sistemin hukukla kurduğu bağ sorgulanmalı.
“Gidemeyecek Olanlar Düşünsün”: Yeni Bir Siyasal Etik Arayışı
Pehlivan’ın sorgusunu tamamladığı cümle, yalnızca kişisel bir duruş değil; bir kuşağın adalet arayışını özetleyen tarihi bir söz:
“Ben bu SEGBİS odasından hücreme mesleki ve insani ahlakımı koruyarak başım dik gideceğim. Gidemeyecek olanlar düşünsün!”
Bu cümle, siyaset bilimi literatüründe sistem içi etik direnişin tam karşılığıdır. Avukatlık mesleği, yalnızca savunma üretmek değil; aynı zamanda sistemin etik kodlarını korumakla da yükümlü. Mehmet Pehlivan’ın dik duruşu, sistemin bozulmuş dişlilerine karşı çıkan bir etik savunma.
Sorumluluk Kişilerde Değil, Sistem Mimarisinde
Türkiye’de yaşanan bu ve benzeri yargı süreçleri, kişisel ya da dönemsel yanlışlardan çok daha derin. Burada sorgulanması gereken, belirli kişi ya da hâkimlerin tercihleri değil; bu tercihlerin ürediği sistemsel yapıdır. Hukuk sistemimiz, uzun yıllardır süregelen yapısal sorunların, norm ihlallerinin ve siyasal müdahalelerin bir sonucu olarak rasyonel çerçevesinden uzaklaşmıştır.
Mehmet Pehlivan'ın tutukluluğu, yalnızca bir kişinin özgürlüğünden değil; bir sistemin kendisinden vazgeçmesidir.
Tüm okular için Mehmet Pehlivan'ın savunmasının tamamını paylaşıyorum:
CMK 108 her ne kadar şüpheli veya müdafii dese de, olanakların mümkün olduğu bu duruşma salonu için, duruşma salonu önünde hazır olan avukatlarımın sorguya alınmaması adil yargılanma hakkının ve savunma hakkının ihlalidir. Bu şerhi düşerek başlıyorum.
Ben avukatım. Beni tutukladığınız sevk yazısındaki her satır, avukatlık faaliyetidir. Sevk yazısındaki isnatlar gerçek değildir. Ancak gerçek olsa dahi suç değildir. Avukatlık suç değildir!
Şöyle ifade edeyim: Eğer dosyadaki ifadelere ulaşmak örgüt üyeliği ise; dosyadaki ifadeleri, görüntüleri, belgeleri bir kısım medya kuruluşuna her gün servis eden soruşturma makamı örgüt üyesi mi oluyor, örgüte yardım eden mi? Bu suç tasnifini kim yapacak, merak ediyorum.
Avukatlar yargının asli özneleridir. Adaletin hüküm sürmesi ve hukukun üstünlüğünün sağlanması ancak avukatlar ile mümkündür. Avukatı usul işlemleri için zorunlu görmek yerine, hukuk devletinin ve bağımsız yargının asli bir unsuru, olmazsa olmazı olarak görmeye başlamak, soruşturma makamlarının faydasına olacaktır.
Hakkında verilen tutuklama kararı sonrası 80 Baro Başkanı ve yüzlerce yönetim kurulu üyesi, resmi olarak tutukluluğumun avukatlığın hedef alınması olduğuna dair açıklama yaptı. Bunun haricinde dünyanın en önemli 21 uluslararası kuruluşu ortak bir metin imzalayarak, tutukluluğumun haksız ve avukatlığın suç sayılması olduğu şeklinde değerlendirmiştir. Bu kuruluşların çoğu, AİHM’e görüş veren ve görüşleri kabul gören saygın kuruluşlardır.
Anayasa'nın 90. maddesi uyarınca AİHM kararlarının bağlayıcı olduğu değerlendirildiğinde, hakkımda tutuklama kararı vermek, adaletin ve hukukun inkârıdır.
Etkin pişmanlıkta bulunan iki şahsın beyanı neticesinde tutuklandım. Beyan delili ne zaman tutuklama için yeterli gerekçe oldu, bilmiyorum. Neden beyandan ibaret olduğunu ispatlayayım: Şahsın ifadesi 18 Haziran’da bitiyor, ardından hemen 19 Haziran’da ifadeye davet ediliyorum. Bu da savcılığın beyan ile işlem yaptığını ispatlıyor. Şahsın beyanlarında suç isnadı yok; ancak olsa dahi, beyan delili tek başına bir anlam ifade etmez. Ne yazık ki savcılık ve hâkimlik, beyan delilini tutuklamaya gerekçe yapıyor. İşte bu soruşturmanın tamamının özeti budur. Tek başına bu bile, etkin pişmanlık ifadeleriyle amaçlananı ortaya koymaktadır.
Adem isimli şahıs ifadesinde diyor ki, bugüne kadar ifade vermemenin nedeni, “ne olup bittiğini anlamaya çalışmaktır.” Yani tehdit edildiğim için ifade vermedim demiyor. Ancak savcılık, tehditten bahsediyor…
Yine Servet isimli şahıs tutuklandıktan bir hafta sonra ifade veriyor, çünkü ortada tehdit yok, baskı yok. Ancak savcılık, baskı ve tehdit diyor.
Demek ki burada etkin pişmanlık ifadeleriyle hakikate ve maddi gerçeğe ulaşmak değil, başka amaçlar edinilmiştir. Şöyle ki:
Şahsın bahsettiği toplantıya katılmadığım bizzat avukatı tarafından ispatlandı. Ancak bu hakikatin önemi yok, değil mi?
Şahsa avukat ayarlamadığım, şahsın avukatının zaten 14 yıldır aynı kişi olduğu resmi evraklarla ispatlandı. Ancak bu hakikatin de bir önemi yok, değil mi?
Gerçek ve hakikat ortada; kurgu, uydurma ve iftira da ortada. Bu, başka amaca yönelmiş, iftira ve kurgu dolu ithamlara cevap vermek zuldür. Fakat özgürlüğüm elimden alındığı için cevap veriyorum. Oysa ki, asıl cevap verilmesi gereken şey; bu akıl ve mantık dışı, hayatın olağan akışına aykırı, kendi içerisindeki çelişkilerle uydurma olduğu anlaşılan beyanlar ile kişinin özgürlüğünden nasıl mahrum bırakıldığıdır.
Mensubu olduğum tek örgüt, meslek örgütüm olan İstanbul Barosu’dur. Hakkımdaki beyanların tamamı kurgudur. Ki bu kurgu suç da değildir. Avukatlık faaliyetidir.
Avukatlığımı, meslek onurumu, şeref ve haysiyetimi birkaç zamanlık tutukluluk için çiğnetmeyeceğim. 30 yaşındayım. Hayatımın geri kalanını da beni yetiştiren anne ve babanın öğrettiği adalet ve ahlak doğrultusunda yaşayacağım. 2.5 yaşındaki kızıma da adalet ve ahlakı miras bırakacağım.
Ben bu SEGBİS odasından hücreme mesleki ve insani ahlâkımı koruyarak başım dik gideceğim. Gidemeyecek olanlar düşünsün!