Cezaevleri aynadır: Elif Atayman ve Selahattin Demirtaş
11.06.2025 10:41
Türkiye Cumhuriyeti cezaevleri, yalnızca adalet sisteminin değil; siyasal iklimin, insan hakları karnesinin ve vicdan terazisinin de aynasıdır. Bugün bu aynaya baktığımızda gördüğümüz tablo, hak, hukuk ve insafla pek bağdaşmıyor.
Son günlerde Elif Atayman’ın sürgünvari sevki ve yaşadıkları kamuoyunun gündeminde. Bu, yalnızca bireysel bir mağduriyet değil; süregiden, sistematik bir uygulamanın yansımasıdır. Tıpkı yıllardır Edirne Cezaevi’nde ailesinden ve yoldaşlarından binlerce kilometre uzakta tutulan Selahattin Demirtaş gibi.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, tutuklu ve hükümlülerin ikamet adresine en yakın cezaevine yerleştirilmesini esas alır. Bu hüküm, insan onurunu temel alan bir ilkeye dayanır: Aile bağlarını korumak, sosyal teması sürdürmek.
Ancak uygulamada bu ilke çoğu zaman tersine çevriliyor. Özellikle politik kimlik taşıyan tutuklular, bilinçli olarak coğrafi sürgünlere maruz bırakılıyor. Türkiye’nin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine bir tutuklunun Silivri’den Afyon’a gönderilmesi, güvenlik gerekçesi değil; cezalandırma pratiğidir. Susturmanın coğrafi versiyonu.
Türkiye, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muameleye Karşı BM Sözleşmesi’ne taraftır. Türk Ceza Kanunu’nun 94. maddesi işkenceyi açıkça suç sayar. Buna rağmen, İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) gibi kurumların raporlarında her yıl yüzlerce kötü muamele vakası belgeleniyor.
Ancak mesele yalnızca fiziki şiddet değil. Psikolojik yıldırma, hücre cezaları, mektup sansürü, sürekli sevk, avukat görüş kısıtlaması ve bayramda görüntülü görüş engeli gibi uygulamalar da sistematik biçimde kullanılıyor. Amaç yalnızca itiraf almak değil; sessizlik üretmek. Kırmak. Yalnızlaştırmak.
Elif Atayman’ın yaşadıkları bu zincirin bir halkasıdır:
• 19 Mart’ta Silivri Cezaevi’nde başlayan tutukluluğu,
• 5 Haziran’da ailesine ve avukatına haber verilmeden Afyon’a sevki,
• 7,5 saat boyunca kelepçeli, zırhlı bir kabinde yolculuk,
• Morarmış bilekler ve eşyalarının çöp torbasında gönderilmesi…
Bu uygulamalar yalnızca yasalara değil, insan onuruna da aykırıdır. Çünkü işkence sadece fiziksel şiddet değildir; kötü muamele, izolasyon, psikolojik baskı da bu tanımın içindedir.
Şimdi kendisine bir ranza verilmiş. Ama bu, kamuoyu tepki gösterdikten sonra oldu. Sosyal medya ayağa kalktığında, gazeteciler yazdığında, vekiller sorduklarında…
Bu ne demek?
Cezaevi yönetimi, yerde yatmanın hukuksuzluğunu biliyordu. Ama müdahale etmedi. Sistem, ancak teşhir edilince geri adım attı. Bu bir düzeltme değil, açık bir zımni itiraftır.
Bir insanın yerde yatmasına göz yumulurken, ranzaya ulaşabilmesi için on binlerce insanın bağırması gerekiyorsa:
• Hukuk kişiye göre değil, gündeme göre işliyor demektir.
• Cezaevi koşulları adaletle değil, sansürle düzeltiliyor demektir.
• Haklar eşit değil, görünürlük ölçüsünde dağıtılıyor demektir.
Bu sadece Elif Atayman meselesi değildir. Bugün adı duyulmayan, etiketlenmeyen, gündem olamayan nice tutuklu aynı muameleyle karşı karşıya. Ve çoğunun haklarını arayabileceği bir mekanizma, başvurabileceği güvenli bir alan yok.
Adalet sistemi, bir hakkı korumak için değil; teşhir olmaktan kaçınmak için harekete geçiyorsa…
Bu artık hukukla değil, itibar yönetimiyle işleyen bir düzendir.