Komisyondan Dışlanmak Değil, Siyasetsizleştirilmek: CHP’ye Biçilen Gömleği Kim Giymeli?
29.07.2025 22:51
Yazan: Bir Diyarbakırlı
Türkiye’de çözüm süreçleri, çoğu zaman çözüm üretmekten çok yeni krizlerin eşiği hâline geliyor. Bugün “Terörsüz Türkiye Komisyonu” başlığıyla başlatılan yeni süreç de benzer bir döngünün parçası olma ihtimalini taşıyor. Ancak bu yazının derdi, sürecin içeriğinden ziyade, dışlama biçimiyle ilgili.
Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) yöneltilen çağrılar, görünüşte kapsayıcı, ama özünde dışlayıcı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “CHP bu komisyona katılırsa geçmiş günahlarının kefaretini öder” sözü, davetten çok bir siyasi tanzimdir. Bu söylem, açık bir şekilde CHP’yi marjinalleştirme, siyasetsizleştirme ve siyasetin asli aktörlüğünden uzaklaştırma amacı taşımakta Ancak mesele burada bitmemekte.
CHP’yi CHP Olmaktan Çıkarmak İsteyenler: İçerden Dışlamanın Teorisi
CHP’ye komisyona katılmama çağrısı yapanlar yalnız iktidardan ibaret değil. Muhalefet içinden de –kimi zaman anlaşılır ilkesel kaygılarla kimi zaman görünürde muhalif ama aslında yönlendirilmiş medya refleksleriyle– bu çağrıya destek verenler var. Bu kesimlerin bazıları, CHP’nin komisyona katılması hâlinde damgalanacağını ileri sürüyor.
Ancak bu argüman tersinden işliyor. CHP komisyona katılmazsa, tam da bu algının tuzağına düşecek. İktidar ve onun son dönemde yeniden elden geçirilen, liberallerin serpiştirildiği medyası eliyle Kürt seçmene verilecek mesaj açık olacak: CHP, devletten özerkleşememiş, eski güvenlikçi pozisyonlarını sürdüren bir partidir. Bu da yalnız Kürt seçmeni değil, özgürlükçü siyaseti benimseyen genç, kentli, demokrat tabanı da CHP’den uzaklaştırır.
Burada sorulması gereken soru açıktır: CHP'yi bu reflekslere iten, gerçekten CHP midir; yoksa CHP'ye bu gömleği biçmek isteyen siyasal mimarlar mı?
“Geçmiş Günahlar” Kimin? 20 Yılın Hafıza Defteri
Cumhurbaşkanı’nın sözünde geçen “geçmiş günahların kefareti” ifadesi dikkatle ele alınmalıdır. Bu ifade ile ne ima edildiği belirsizdir. Devletin kuruluş dönemlerine atıf yapılıyor ise tamam, ancak bazen hafıza tazelemekte de fayda var. Hele ki Kürtler açısından irrite edici bulunan Çiller gibi isimler toplumda mahkûm olmuşken, AK Parti döneminde yeniden sahaya çıkıyor ise.
Türkiye’nin son 20 yılının siyasi hafızası bu konuda net. AK Parti döneminde Kürt meselesinde yaşanan hak ihlalleri, sadece kayyum atamaları, çözüm sürecinin çökmesi ya da siyasi yasaklarla sınırlı değil:
- KCK operasyonlarında binlerce Kürt siyasetçi cezaevine kondu. Demokratik siyaset alanı sistematik olarak daraltıldı.
- Çözüm süreci 2015 yılında bir biçimde rafa kaldırıldı. Dolmabahçe Mutabakatı’nı inkâr eden siyaset, çatışmalı süreci arzulayanların ekmeğine yağ sürdü.
- Sur, Cizre, Nusaybin gibi şehirlerde yaşanan yıkımlar yalnızca güvenlik perspektifiyle açıklanamaz. Bu alanlar adeta “cezalandırma mekânları”na dönüştürüldü.
- Kürtçe dilinde faaliyet yürüten tüm kültürel alanlar hedef alındı. Dergiler kapatıldı, gazeteciler tutuklandı, konserler yasaklandı.
- İfade özgürlüğü, özellikle Kürt meselesinde, sistematik olarak bastırıldı. Kürt kimliğini kamusal alanda savunmak neredeyse “terör suçu” hâline getirildi.
Bunların yaşandığı dönemde CHP, iktidarda değildi. Hatta süreçlerin çoğunda “haber alma” konumundaydı. Bu nedenle “kefaret ödeme” meselesi varsa, bunun adresinin neresi olduğunu kamuoyu vicdanı çok iyi bilir.
Diyarbakırlı Bir Yurttaş Olarak Notum:
Ben bir Diyarbakırlı olarak, geçmişte FETÖ’nün yargı içindeki hâkimlerinden biri tarafından tutuklandım. Hiçbir delil olmadan cezalandırıldım. Yıllar sonra beraat ettim. Devlet bana tazminat ödedi, özür diledi. Bu süreç, AK Parti döneminde yaşandı.
Ben o gün de çözüm istiyordum, bugün de istiyorum. Ama şunu açıkça söylemeliyim: Bu komisyondan bir çözüm çıkacağına dair güçlü bir inancım yok. Ancak bir risk daha var: Eğer çözüm çıkmazsa, bu kez CHP’nin sürece katılmadığı gerekçesiyle suçlanması ihtimali doğacak.
Bu nedenle CHP, sürecin başından itibaren içinde yer almalı, çözüm istemeyenlerin kim olduğunu kamuoyuna açıkça göstermelidir. Eğer dışarıda kalırsa, oyun onun dışında, ama suçlama onun içinde olacaktır.
Komisyonun Yetkisi Ne? Gerçek Bir Yasama Süreci mi?
Komisyonun yetkileri konusunda da bir belirsizlik var. Mevcut TBMM İçtüzüğü ve Anayasa düzenlemesi çerçevesinde, bu tür bir komisyonun yasa yapma yetkisi bulunmamaktadır. Komisyon, yalnızca bir “öneri organı”dır. Hazırladığı raporun bağlayıcılığı yoktur. Esas karar, TBMM’deki yasama organlarında ve yürütmenin politikalarında şekillenecektir.
Bu yüzden bu komisyonda yer almak, aslında karar alma süreçlerine erkenden müdahale etme, içeriden muhalefet etme ve süreci kamuoyuna ifşa etme imkânı sağlar. CHP’nin önerilerini toplumsal tabanlara, akademiye, sivil toplum kuruluşlarına, Kürt seçmene ve batıdaki kentli demokrasi talebine sahip seçmene anlatması için bir fırsattır.
CHP'yi Komisyon Dışında Tutmak İsteyenler: Neyi Amaçlıyorlar?
CHP’ye “katılma” çağrısı yapan bazı kesimlerin siyasal niyeti sorgulanmalıdır. Bu çağrının, CHP'yi yalnızlaştırmak, “eski devlet partisi” gibi konumlandırmak ve genişleyen toplumsal muhalefeti CHP'den koparmak için kullanıldığı açıktır.
Ayrıca medyada yaşanan son yönelimler de dikkate alınmalıdır. Bazı muhalif görünümlü medya yapılarında son dönemlerde yaşanan değişimlerin, bu süreçte CHP’ye karşı oluşturulacak yeni bir “algı mühendisliği”nin parçası olması mümkündür. CHP’yi geniş toplumsal grupların siyaset yapabildiği bir aktör olmaktan çıkarıp, dar bir ideolojik çerçeveye sıkıştırmak isteyen bu çevrelerin niyetlerinin demokratik olmadığı açıktır.
Sonuç: Katılım Siyasettir, Dışlama Muhafazakârlıktır
CHP’nin komisyona katılımı bir onay değil, bir müdahaledir. Sürecin parçası olmak, süreci yönlendirme imkânı sunar. Dışarıda kalmak, siyasetsizleşmeyi ve suçlamaların hedefi olmayı beraberinde getirir.
Bugün CHP’nin atacağı adım, yalnızca bir parti stratejisi değil, Türkiye’de muhalefetin nasıl bir siyaset kuracağına dair bir yön tayini olacaktır. CHP komisyona katılarak hem süreci içeriden teşhir etme hem de Kürt meselesinde samimi çözüm isteyen geniş toplumsal kesimlerle diyalog kurma zemini elde edecektir.
Ve unutmamak gerekir: Süreci izleyen değil, süreci inşa eden siyasetler kazanır.
Bugünün CHP’si Sorunu Çözme Yeteneğine Sahip
Kürt Sorunu’nu çözebilecek sosyal demokrat yaklaşımın temsilcisi, bugünkü CHP ve Özgür Özel’in çizgisidir. Özgür Özel, CHP Genel Başkanı olarak yaptığı açıklamalarda Kürt sorununun varlığını açıkça kabul ediyor; “Kürt sorunu vardır. Kürt’ün sorununun olup olmadığına Kürtler karar verir. Devlet karar veremez” diyerek bu sorunun muhataplarının kim olduğunu netleştiriyor. Ayrıca “Kürtlerin taleplerini bağıra bağıra söylemek benim vazifem” ifadesiyle sorunların görülmesi ve sesin duyurulması konusunda sorumluluk yüklendiğini vurguluyor. Bu duruş, çözüm odaklı sosyal demokrat bir siyaset hattını resmediyor; yalnızca güvenlik merkezli değil, hukuk, demokrasi ve kapsayıcı yurttaşlık ilkeleri üzerinden hareket ediyor.
Özgür Özel, DEM Parti’ye dair yaklaşımında da stratejik bir sosyal demokrat tavır sergiliyor. HDP çizgisine doğrudan yakınlık değil ama Kürt seçmenin yanında yer alma niyetini açıkça işaret eden bir tutumla, “dokunulmazlıkların kaldırılması” gibi temel demokratik hukuk sorunlarında karşı bir pozisyonda durdu. Dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinde CHP içinden bu yönde bir tepki geldiğinde Özel, CHP’nin halk iradesine ve demokratik hukuk normlarına sadık kalacağını belirtmiş, dar bir istikametin değil geniş katılımın öncelikli olduğunu ifade etmiştir.
Bu yaklaşım, CHP’yi dar bir siyasi çizgiye hapseden değil; demokrasi, hukuk ve adalet ekseninde çözüm arayan geniş bir sosyal demokrat platformun parçası yapan bir sahnedir. Özgür Özel’in “barış umudunun siyasi çıkarlar uğruna heba edilmesine karşı biz buradayız” mesajı, alışılagelmiş siyasi dille değil; siyasi erdem ve kapsayıcılık üzerinden mesaj veriyor. Bu sebeple; Kürt Sorunu’nu çözebilecek modelin bugünkü CHP ve Özgür Özel’in sosyal demokrat çizgisi olduğunu vurgulamakta büyük değer vardır.